DEPREM ve HUKUKÇULAR
Söyleşi: Av. Mert-Er Karagülle
1- Öncelikle depreme ilişkin genel değerlendirmelerinizi alarak başlamak isteriz.
Ülkemizin büyük coğrafyasını, 10 ili, 13,5 milyon kişiyi doğrudan etkileyen, bölgedeki insanlarımızın -en başta- canlarını, uzuvlarını kaybetmesine yol açan bu büyük deprem, bölge dışındaki herkesi de derinden sarstı. Ailesini yitiren, tüm birikimlerini belki de gelecek planlarını enkaz altında bırakanların yaşadığı travmayı hissetmeye olanak yok. Bununla birlikte, ülkenin her yerinde, yine ailesini, yakınını, dostunu, arkadaşını, tanıdığını kaybetmeyen yok herhalde. Devletin süreçte aciz bir görüntü vermesi; görevin kendisine düştüğünü düşünen ama coğrafi uzaklık ve kaos koşulları nedeniyle bunu da tam yerine getiremeyen kişileri daha da sarstı, sarsıyor. O nedenle, bizler de derin bir psikolojik çaresizlik, çöküş içindeyiz. Ve bu durum kolay kolay sağaltılamayacak, etkisi uzun yıllar devam edecek.
2- 17 Ağustos 1999 depreminde siz İstanbul Barosu yönetiminde görev alıyordunuz ve o dönemde çalışmanız olmuştu. O günden bugüne ne değişti? Hem genel anlamda hem de hukukçuların bu süreçlerdeki rolüne ilişkin değerlendirebilir misiniz?
17 Ağustos 1999’da deprem olunca, İstanbul içinde de özellikle Avcılar bölgesinde yıkımlar olmuştu. Ama genel olarak İstanbul açısından ucuz atlatılan bir deprem sayılabilirdi. Buna karşılık hemen yanı başımızda, Kocaeli, Yalova, Gölcük ve Adapazarı merkezlerinde ve çevresinde depremin yıkıcı etkisi kendini göstermişti.
Biz de, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu olarak ilk olarak deprem bölgesine gıda ve giysi yardımı için harekete geçtik. Gıda ve giysi yardımı organizasyonda AKUT ile birlikte çalıştık. Pek çok meslektaşımız toplanan yardımların bölgeye ulaştırılması ve depremzedelere dağıtılması çalışmasına fiilen katıldı.
İlk günlerin şaşkınlığı ve panik hali geçince, enkaz kaldırma çalışmalarının başlayacağı anlaşıldı. Hatta, sahil kenarındaki bazı enkazların denize doğru itildiği, döküldüğünü gördük. Enkaz kaldırıldıktan sonra, özellikle inşaat malzemesine ilişkin delillerin maddi anlamda ortadan kalkacağı veya birbirine karışacağı, özetle hukuki anlamda yok olacağı tartışmasızdı. Bu tehlikeyi bertaraf edebilmek için, bir yandan delil tespiti için vatandaşların taleplerini en kolay biçimde beyan edebilecekleri Hukuki Yardım Masaları kurduk, diğer yandan da avukat arkadaşlarımız vasıtasıyla iletilen bu taleplerin karşılığını bulması için Adalet Bakanlığı ile yoğun bir iletişime, bazen mücadeleye giriştik. Ancak, hakkını vermek gerekir ki, zamanın Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk bu konuda işbirliğine yatkın oldu. Örneğin başvurularda vekaletname aranmaması gibi ayrıntı gibi görünen ama sorun oluşturan hususlar genelge ile çözüldü.
Ancak, Adalet Bakanlığı ve onların aracılığı ile mahkeme savcılıklar ile birlikte hareket etmenin de yetmediğini, delil toplayabilmek için mimar ve mühendislerin teknik desteğinin yanı sıra ciddi bir malzeme ihtiyacının da olduğunu da gördük. “Karot alma” kavramıyla tanıştık ama karot makinasına hemen ulaşılamıyordu. Makinaya ulaşsanız, onu kullanabilecek kişiye, fiziki bir büyüklüğü olan karotları koruyabilecek malzemeye, depolanacak yere de ihtiyaç olduğunu yaşayarak gördük. Avukat arkadaşlarımız, İstanbul’dan, odaların desteğiyle veya kişisel ilişkileriyle ulaştıkları mühendis ve mimar gönüllüleri, karot makinalarını ve her nev’i ihtiyaç malzemesini buradan kendi araçlarıyla taşıdı. Geceyi araçlarında geçirdiler. Bunu şunun için söylüyorum, biz baro yönetimi olarak organizasyonu yapıyorduk ama o tarihlerde baronun tek bir otomobili dahi yoktu, avukatların bireysel katkıları ön plandaydı.
2 aylık bir sürede; 300 gönüllü avukat, savcılık başvuruları hariç 4239 delil tespit başvurusu yapmış ve delil tespit işlemlerinde hazır bulunmuştur. O koşulların elverdiği azami ölçüde Halkın Hak Arama Özgürlüğü hayata geçirildi.
Deprem bölgesinde meslektaşlarımız için de bir şeyler yapmak gerekiyordu. Adapazarı ilinde görev yapan avukatların tamamına yakını depremden etkilenmiş, ofisleri hasar görmüştü. Onları yeniden yargılama sürecine katmak mesleki dayanışma kadar, yargıda savunmanın kesintisiz yer almasın açısından da önem taşıyordu. İstanbul Barosu’nun öncülüğünde, TBB’nin, diğer baroların ve o dönem iyi bir diyalog içinde olduğumuz Atina Barosu’nun katkılarıyla Ortak Büro Mekanları kurduk. Deprem sonrası Adapazarı Adliyesi olarak faaliyete başlayan binanın bahçesinde kurulan 6 adet ahşap binadan oluşan ortak büro mekanlarında 106 avukat mesleğini sürdürme olanağına kavuştu.
Ayrıca baro merkezinde bir komite oluşturarak, bir yandan gerek mevcut gerekse olası hukuki sorunlara çözüm üretmeye çalışılırken diğer yandan da depremzedelerin baro merkezine gelerek veya telefonla ilettikleri danışma isteklerine yanıt verildi.
Ayrıca, karşılaşılabilecek tüm hukuki sorunları bilimsel olarak da masaya yatırmak amacıyla Deprem ve Hukuk başlığıyla 3 geniş toplantı yapılmıştır.
İstanbul’daki adliye binalarının hasar durumu sürekli gündemde tutulmuş, Kartal ve Küçükçekmece adliye binalarında birer günlük duruşmaya girmeme eylemi yapılmıştır. Bu eylemler sonucunda, iki adliye binasının onarılması programa alınmıştır.
Özetle; İstanbul Barosu yönetimi ve üyeleri, deprem sonrasında gösterdikleri duruş ve verdikleri emek ile halkımızın ve meslektaşlarımızın takdirini kazanmıştır.
3- Bu süreçte ve devamında öncelikle Adalet Bakanlığı’nın, savcı ve hakimlerin ve sonrasında ise hukukçuların yapması gerekenler nelerdir?
Yargı Atölyesi başlıklı bir çalışmamız var. Ülkedeki tüm hukuki süreçlere ilişkin, özgür bir ortamda tartışmak, görüş üretmek ve bunu rüzgarlardan etkilenmeden objektif ve bilimsel olarak tartışmak istiyoruz. Bu çalışmanın alt yapısını elden geçirirken deprem oldu. Ve hemen Deprem ve Hukuk başlıklı bir alt çalışma organize ettik. Bu kapsamda; sorunuzun yanıtlarını içeren bir metni 10 Şubat günü TBB ve Barolara hitaben kaleme aldık ve kamuoyu ile de paylaştık.
Yukarıda paylaştığım 17 Ağustos 1999 depremi dönemine atıfla, öncelikli öneri olarak “Bugün daha büyük bir alanda daha vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. 1999 deneyimimizden yola çıkarak oluşturduğumuz aşağıdaki öneriler çerçevesinde Türkiye Barolar Birliği’ni ve Barolarımızı, ivedilikle Hukuki Yardım Masaları kurmaya davet ediyoruz.” dedik ve yapılması gerekenleri tane tane aktardık.
Her ne kadar; akabinde, TBB bir “Deprem Koordinasyon Merkezi” ve TBB ile TMMOB arasında “Deprem Koordinasyon Kurulu” kurmuşsa da; bu merkez ve kurulların nasıl oluşacağı, içeriğinin nasıl doldurulduğu net anlaşılmamıştır. Sayın Başkan Sağkan’ın 13/02/2023 günlü basın toplantısından anlaşıldığı kadarıyla da, avukatların “delil toplama” işlevine katılması için Adalet Bakanlığı’ndan yanıt beklenmiştir ve o tarihe kadar olumlu ya da olumsuz yanıt verilmemiştir. TBB o tarih itibariyle beklemededir, sonrasında bu talebin karşılık bulup bulmadığı da bilinmemektedir. 17 Ağustos 1999’da, İstanbul Barosu kendi projesini, planını hayata geçirmeye başlamış, o yolda ilerlerken Bakanlık ile irtibat kurmuştur, bölgede harekete geçmek için bir geri dönüş de beklememiştir.
Adalet Bakanlığı’nın “merak etmeyin, delileri topluyoruz” söyleminin de, TBB’yi yavaşlığa ittiğini düşünüyorum. Sanki, bu konuda bir “güven” oluşmuş gibi. Delil toplama eksikliği veya yanlışlığı konusunda pek yorumla karşılaşmıyoruz, her şey yolunda havası var. Bunun gerçekten böyle olup olmadığı yargılamalarda ortaya çıkacak ama eksik kalanlar konusunda iş işten geçmiş olur.
Delil sorunu dışında; önümüzdeki süreçte deprem öncesi ve sonrası, hukuki boyutlarıyla da ele alınacak, tartışılacak. Bu değerlendirmeler; yaşam ve barınma hakkı başta olmak üzere insan haklarından, iş hukukuna, borçlar hukukuna, medeni hukuka, ticaret hukukuna, çevre hukukuna yayılan çok geniş çerçeve oluşturacaktır.
Yargı Atölyesi Deprem ve Hukuk çalışması olarak konuyu tüm hukuki disiplinler açısından ele almayı hedeflemekle birlikte, önceliğimiz göz göre göre gelen depremin gelişine ve bunun sonucunda da binlerce insanın ölümüne seyirci kalanların sorumluluğu olacak.
Bu yazı 12. Mart.2023 tarihinde yeniulke.com.tr‘de yayınlanmıştır.